Yazılar

Kayıplar, Yas Tepkileri ve Yas Süreci

Biricik oğlu hastalanıp ölen anne oğlunun cesediyle deli gibi sokaklarda dolaşıp her rastladığı insandan oğlunu yaşama geri döndürmesi için yardım istemiş. Sonunda bu mucizeyi gerçekleştirebilecek tek kişi Budha’dır diyen bir bilgeye rastlamış. Anne Budha’ya gitmiş ve oğlunu yaşama geri getirsin diye ona yalvarmış. Budha anneyi dinlemiş ve şöyle demiş: “Senin acını sona erdirecek tek bir yol var, şehre in ve acının yaşanmadığı her evden bir hardal tohumu al ve hepsini bana getir.” Anne şehre koşar, kapı kapı dolaşır, ancak acının henüz yaşanmadığı bir ev bulamaz ve anlar ki acıdan özgürce ayrılmanın tek ve berzah yolu oğlunun ölüsüyle vedalaşmasıdır (Tibet Hikâyesi).

Devamını oku


Krizler ve Travmalar

Dünyamızda tanık olduğumuz ya da yaşadığımız şiddet, ölüm ve yıkım içimizdeki yaşama isteğini, umudunu, gücünü de bir süre tahrip eder. Kayıp o kadar çoktur ki yaşanılan acı insanı ruhsal olarak da felç eder. Böyle durumlarda psikopatoloji geliştirmeme özelliği birey ve toplum olarak psikolojik dayanıklılık gösterebilme yetimize bağlıdır.

Devamını oku


Beden – Zihin Çalışmaları

beden-zihin

bu tür bir sembol içine, sağ tarafa beden, sol tarafa zihin yerleştirilebilir

Beden ve zihin sürekli etkileşim halindedir. Dolayısıyla bedenin sağlığı duygusal, düşünsel, sosyal ve spiritüel faktörlerden etkilenmektedir.

Beden-zihin çalışmalarında amaç, zihnin bedeni ve onun fizyolojik tepkilerini etkileme becerisini geliştirmektir. Çünkü sağlığı bu şekilde olumlu yönde etkilemek mümkündür. Örneğin stres kaynağına verilen stres tepkisi (kaç-savaş) otomatik olabilir, ancak kişi kendini bu durumdan kurtarmayı ve gevşeme haline dönmeyi öğrenebilir. Beden-zihin çalışmalarının çoğunun kökeni doğunun iyileştirme pratiklerine dayanır. Batının bilimsel bakış açısıyla hastalıkların tedavisine entegre edilmekte ve yaygınlıkları artmaktadır.

In quote:

Rahatsızlık, kişinin karşısına bir engel olarak çıkar. Amacımız ‘semptomların’ kişi için bir gelişim fırsatına dönüşmesidir.  VEYA “Bütünün tedavisi olmadan parçalar iyileştirilmeye çalışılmamalıdır.” Plato M.Ö. 380

 BEDEN – ZİHİN Çalışmaları

Beden Odaklı Psikoterapi : Bedensel şikayetleri anlamlandırma, içgörü yaratma ve farklı başa çıkma yolları bulma sürecidir. Kişinin iç dünyasına dokunarak, algıda, düşüncede ve duyguda değişimi tetikler.

Destek Grupları : Bağ kurma ve aidiyet duygusunu yaşamak en temel ihtiyaçtır. Grup ortamında kendini ifade etmek, anlaşıldığını hissetmek, diğer insanları dinlemek endişeyi azaltan ve başa çıkma yollarını arttıran destekleyici bir çalışmadır.

Gevşeme : Nefes, kan basıncı ve kalp atışı yavaşlar. Kas gerginliği azalır. Beden ve zihin kısa sürede uyku durumuna benzeyen bir rahatlama moduna geçer, bilinç durumu değişir.

Meditasyon : Kişinin dikkatini yönlendirerek, zihnini eğitmesidir. Beynin analitik olmayan tarafı devreye girer, tekrarlayan duygu ve düşüncelerin etkisinin azalması mümkün olur. Sakinleşme ve gevşeme sağlanır.

Görsel İmgelem : İstemli olarak zihinsel bir görüntü yaratılır. Bu görüntü istenilen iyileşmeye veya o iyileşmeye götüren davranış ve tutumlara yönelik oluşturulabilir. Beyindeki belirli kimyasalların salınımı ile sinir ve hormon sistemi olumlu şekilde etkilenir. Zihinsel davranış provaları oluşturulur.

Yoga : Beden duruşlarını, nefes kontrolünü ve farkındalık gelişimini içeren bir disiplindir. Stres hormonlarının düzenlenmesini ve bağışıklık sisteminin kuvvetlenmesini destekler.

Devamını oku


Yeni Anne Depresyona Girdiğinde…

yeni-anne-depresyon-big

Doğum, bir başlangıcın, yeni bir dönemin habercisidir. Bu dönemde kucaklanan bebek, doğal olarak çok güçlü duyguları tetikler. Heyecan, sevinç gibi olumlu duygulara endişe ve korku gibi duygular da eşlik eder. Bu dönem aynı zamanda hiç beklenmeyen bir psikolojik rahatsızlığa –depresyona- zemin hazırlayabilir.

Birçok yeni anne doğumdan sonra duygusal dalgalanma deneyimler, sık sık ağlar. ‘Bebek stresi’ (baby blues) olarak tanımlanan bu belirtiler birkaç gün içinde geçer. Bazı anneler ise postpartum depresyon olarak bilinen daha uzun ve ağır bir çökkünlük içine girerler. Depresyon, bebek stresi olarak başlayabilir ve belirtiler zaman içinde ağırlaşabilir. Bu durumda kadının bebeğine bakması ve günlük işleri tamamlaması çok güçleşir.

Devamını oku


İş Dünyası ve İntihar

Sizce insanları intihar etmeye sürükleyen psikolojik sebepler nelerdir ?

İntihar girişimine neden olan bir çok etken vardır.  Bunların her biri kişinin kaldırabileceğinden ve başa çıkabileceğinden daha fazla strese neden olarak  kişinin yaşam işlevlerini bozar ve özkıyıma teşvik eder. En fazla intihara sürükleyen yaşam olaylarına bakarsak ilk sıraları sevilen birinin kaybı, boşanma, iş kaybı, işsizlik, iflas etme ve tedavisi güç bir hastalığa yakalanma  olarak sayabiliriz.

Ruhsal olarak depresyon ve madde bağımlılığı en fazla inithara nede olan sorunlar olarak karşımıza çıkar. Tabii bu iki değişken arasında güçlü bir ilişkide vardır. Mesela, depresyonda olan kişi madde ya da alkol kullanarak hem bu sorunla hem de bu soruna neden olan sorun kaynaklarıyla başa çıkmaya çalışır. Yani kişi sıkıntılarını  daha fazla sorun oluşturan metodlar kullanarak halletmeye çalışır. Ancak bir süre sonra ortaya çözümü daha da zorlaşan bir durum ortaya çıktığında kişi çıkış yolu olarak ölmeyi seçer.

Devamını oku


‘Hayır’ d(iyem)emek…

  • ‘Hayır’ demekte zorlanıyor musunuz?
  • Başkaların ayardım etmek, onların işlerini yapmak için, kendi önceliklerinizden fedakarlık ediyor musunuz?

Tüm dillerdeki en zor, en keskin, en olumsuz sözcüğün ‘hayır’ olduğunu düşünebiliriz… Ve bu yüzden de gerek özel ilişkilerimizde, gerek arkadaşlıklarımızda, gerekse profesyonel hayatta, bu kelimeyi kullanmaktan kaçınırız. Peki neden?

Bunun en basit sebeplerinden biri, karşımızdaki kişiye özellikle de sevdiklerimize yardım etmek istiyor olmamız. Bunda bir yanlış yok, ancak eğer bir sınır koyamıyorsak ve hayır demek istediğimiz halde diyemiyorsak, başkaları için harcadığımız enerji ve saatlerden sonra kendi işlerimiz aksıyorsa ve bu yüzden daha fazla stres altına giriyorsak, o zaman bu tutumumuz çok sağlıklı olmayabilir.

Yardım etmek istememizin yani sıra,

  • Kaba olmamak,
  • Uyumlu olmak istemek,
  • Suçlu hissetmemek,
  • Bencil olarak algılanmaktan korkmak,
  • Çatışmalardan kaçınmak
  • İlişkimizi bozmaktan korkmak da ‘hayır’ diyemememizin sebepleri arasında yer alabilir.

Devamını oku


Hamilelik ve Doğum Sonrası Depresyon

Hamilelik ve sonraki süreçte kadınlar neden depresyona girerler ?

 Kadının hamile kalıp gelişimiyle ilgili güzel bir şaman hikayesi vardır. Yaşlı kabile reisi oğluna reisliği devretmeden önce şöyle der: ‘‘Kabilemizi koruyan erkeklerdir ama devamını kadınlar sağlar. Kadınları iyi anlamalısın. Sen sevdiğin kadınla beraber olduğunda sana birşey olmaz, ama kadının hem ruhen hem de bedenen değişir. Senden hamile kalınca sana yine hiç bir şey olmaz, ama kadının hem ruhen hem de  bedenen büyüyüp gelişir. Ve anne olduğunda sana yine hiç bir şey olmaz, ama  kadının ruhen çoğalmış ve  başkalamıştır artık…’’

Yaşlı şaman reisi kadının hamile kalıp anne olduktan sonra bir erkekten ruhen ne kadar farklılaşıp değiştiğini  göstererek kabile kadınlarını anlamasını istemiştir. Buna rağmen yıllar boyunca kadınların hamilelik sırası ve sonrasında ki psikolojik durumları tamamen gözardı edildi. Dünya Sağlık Örgütüne göre kadınların yaklaşık %30’u  hamilelikleri sırasında depresyon yaşama riskine sahiptirler.

Devamını oku


Damgalanma Korkusu

 ‘…deli ol ve bize algının peçesinin ardındaki gizleri anlat. Hayatın amacı, bizi bu gizlere yakınlaştırmaktır; ve delilik bunun en hızlı atıdır’ der Halil Cibran ‘Deli’ adlı kitabında. 19. yüzyıl’ın sonunda Cibran bu kelimeleri yazarken, ruhsal rahatsızlığı olan kişilere ‘deli’ deniyor, bu kişiler toplumdan uzak tutuluyor, bir nevi cezalandırılıyordu. Bugün ruh sağlığı alanında bilimsel bilgilere ve etkin tedavi yöntemlerine sahibiz. Ancak hala psikolojik sıkıntıları olan insanlar sosyal hayatta ve iş hayatında ayrımcılığa uğrayabiliyor, sıkıntısı yüzünden bir nevi damgalanıyor. Bu yazının amacı, ruh sağlığı alanında damgalanma (stigma) konusunun ne anlama geldiğini tartışarak, toplumda yaygınlaşmış olağan yargıların farkına varılmasını ve önüne geçilmesini desteklemektir.

Ruh sağlığı alanında damgalanma, psikolojik rahatsızlığı olan kişiye önyargıyla yaklaşılması ve kişinin sıkıntısı yüzünden ayrımcılığa uğraması demektir. Bu ayrımcılık açık ve doğrudan olabileceği gibi, dolaylı olarak da yapılabilir ve kökeninde ruhsal rahatsızlıkların olumsuz şekilde algılanması yatar. Bir öğretmen, depresyona girmiş bir öğrencisinin düşen notlarını onun tembelliğine bağlayıp öfkelenebilir veya bir işveren, panik bozukluk yaşayan çalışanının telaşını anlamsız ve işlevsiz bularak kişiyi sorumluluklarından uzaklaştırma eğilimi gösterebilir. Dış dünya genellikle sonuçlara odaklıdır ve olumsuz sonuçların, düşen başarının kişiye yönelik algıyı değiştirme gücü olabilir. Oysa özellikle depresyon ve kaygı bozuklukları toplum sağlığı sorunu olacak düzeyde yaygındır ve çoğu tahminlerin aksine tedaviye oldukça iyi yanıt verirler.

Devamını oku


Anne Baba İhanetine Uğrayan Çocuklar Yalan Söyler: Çocuğun Yüreği Yaralandığı İçin Dili de Yaralanır!

Bu yazı 14.01.2012 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde ‘‘Çocuklar İlgi İçin Yalan Söylüyor’’  başlığıyla yayınlanmıştır.

Çocuklar neden yalan söyler ?

Çocuklarda yalan söylemek gelişimsel  olarak erken (4-5 yaş)  yaşlarda başlar. Ancak  ‘‘çocuklar yalan söyler’’ deyimi  doğru değildir.  Küçük yaştaki çocuklar doğru ve yanlışı ayırt edemeyip algılamada hatalar yaptıklarından  olayları büyütür, abartır ya da çarpırtabilirler.

Yalan söyleyen bir yetişkininin niyeti aldatmaktır. Oysa ki yalan söyleyen bir çocuğun niyeti etkilemektir!

  1. Çocuklarda yalan söylemek gelişimsel dönemlerde farklı anlam ve niyet taşır. Örneğin,  küçük yaştaki çocuklar pamuk prensesi kurtaracak bir prens olduğunu söyleyerek hayal gücüne dayanan fantastik yalanlar söylerler. Bazende çocuklar kendilerinin ya da ebeveynlerinin hayatları hakkında kurgular kurup masallar uydururlar. Bu durumu çocukların yalan söylediğine dair bir işaret olarak görmemek gerekir. Aile için başa çıkılması zor olan durumlar karşısında çocuklar  böyle fantastik masallar uydururlar. Çocuklar masallar uydurarak  ailedeki  sancılı sürece dayanmak için çabalar.
  2. Çocuklar, ilgi, sevgi almak, dikkat çekmek  ve arkadaşları ve ebeveynleriyle eğlenmek için yalanlar söyleyebilir.
  3. Ayrıca çocuklar kabul edilmek, onay almak, hayranlık kazanmak için de yalan söyleyebilirler.
  4. Bazen de çocuklar yalan söylemeyi ebeveylerinden  öğrenir. Anne babalarının birbirilerine ya da başkalararına yalan söylediğine tanık olarak yalan söyleme davranışını öğrenir ve sonra da uygular.
  5. Çocuklar kendilerini korumak ve savunmak için de yalan söyleyebilirler. Özellikle çocuklar, çok kuralcı ve cezalanadırıcı bir aileye sahip ise yanlış veya bir hata yaptığında doğruyu söylemek yerine yalan söyleyerek büyüklerinden alacağı cezadan kendini  korumaya çalışırlar.

Devamını oku


Çocuk ve Ergenlere Yönelik Cinsel Şiddet

Bu yazı 02.01.2011 tarihli Hürriyet Gazetesinde ‘‘İstismar En Çok Yakın Çevreden Geliyor!’’ başlığıyla yayınlanmıştır.

Türkiye de cinsel şiddet olgusu

Savaşın olmadığı zamanlar dünyanın barış içinde yaşadığını düşünüyorsak yanılıyoruz. Eğer genç kızlarımız ve çocuklarımız evlerde, sokaklarda, okullarda ve işyerlerinde her gün şiddetin bin bir çeşidine maruz kalıyorsa bu bir savaştır ve bu savaş bu ülkede tüm hızıyla devam etmektedir. Ne savaşı ne de savaşanları durdurmak adına da hiç bir şey yapmıyor, savaşta tahrip olan genç ve çocukların yaralarını sarmıyorsak bu savaş sadece şimdilerde değil, gelecekte de bir çok trajedilere örnek teşkil ederek devam edecektir. Yani bu şiddet babadan oğula, mağduriyet de  anadan kızına geçecek ve bu şiddet, bir nesilden diğer bir nesile taşınarak toplumsal bir kader olacaktır.

Şiddete maruz kalan gençlerin ve çocukların şiddet mağduru olmalarının ötesinde, maruz kaldıkları şiddetin sosyal ve kültürel etkenlere bağlı olarak gelişen travmatik sosyal yankılarıyla da onları bir kez daha ve daha derinden tahrip eder. Türkiye de gerçek şu ki kadın ve çocuklarımız haksızca masumiyetlerini korumadıkları ve kaybettikleri için bir kez daha anneleri, babaları, kardeşleri, komşuları ve birileri tarafından sosyal kınama ve utanç ile tekrar mağdur edilmektedir. Mağdur kadını ve çocuğu sadece maruz kaldığı cinsel ya da fiziksel şiddet zarar vermez, olay ortaya çıktığında yakınlarının verdiği suçlayıcı ve yargılayıcı tepki ve mesajlar da derinden tahrip eder. Belki de Türkiye’de rapor edilmeyen bir çok şiddet olayı, mağdurların kendilerini ailevi ve sosyal dışlanmaya karşı korumak amacıyla gizlenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu sır sadece kaybedilen bir masumiyetin örtüsü olmaz, kaybedilen kimliklerin ve yaşamlarında örtüsü olur. 

Devamını oku